Kişinin kendisi açısından kendi düşündüğünden başka bir düşünceye sahip olması mümkün olmadığına göre, ‘ben’in dolaysız olarak ‘ben’den başka bir bilgisi ve sorumluluğu olamaz. İnsan dolaysız olarak sadece kendi düşüncesiyle baş başadır. Ben sadece kendim için kendi kendime düşünürüm. İnsan, yine dolaysız olarak sadece kendi bedeni üzerinde kontrole sahiptir (Henüz hiç kimse kendi beyniyle dolaysız olarak başka bir insanın bedenini kontrol edemediğine göre). Bu açıdan sadece kişinin sadece kendisi bedeniyle ilgili olan ne varsa -hareketleri ve evet duyguları da dahil olmak üzere- sorumluluğa sahiptir. Benim bedenimin bu dolaysız haklarımdan ve sorumluluğumdan başkasını sorumlu tutamayacağım gibi, yine bu dolaysız haklar üzerindeki eylemlerimle ‘ben’den başka insanların kendi bedenleriyle ilgili herhangi bir sorumluluğum olmadığı mutlak bir gerçektir. Benim bedenimi kullanmam sadece beni ilgilendirir. Aynı şekilde beni sadece ‘ben’ ilgilendirir.
İnsana tamamen yalnız olduğunu hatırlatan, onu sadece kendisiyle yüzleştiren ama aynı zamanda onu bağımsızlaştıran bu gerçek; kişiye, tek başına “birey” olarak varoluş içindeki yerini gösterir. “Birey” de işte tam olarak bu’dur. Toplumun karşısında durur. Kendisi kendi olarak vardır. Kendi sorumluluğu da kendi bağımsızlığını aldığı aynı anda başlar ve biter. İnsan kendisine kötülük yapamaz. Birey doğal olarak toplum içinde olduğundan daha mutludur.
Ancak başka bir insanla girilen her ilişki insanı birey olmaktan çıkarır. Bu ilişkiler ister arkadaşlık, ister özel, isterse aile fertleri arasındaki ilişkiler olsun. Bütün bu ilişkiler koşulludur. İş yeri varsa iş arkadaşı vardır. Aileye dahilsen akraban vardır. Koşulun olduğu yerde birey olmadığı gibi bağımsızlık da yoktur. Özgür olmak isteyen ilişki kurmamalıdır. İnsanlarla kurulan her türlü ilişki bireyi öldürür.
İnsanlar haksızlık yapar, yalan söyler, kötülük yapar. İlişkileri yürütebilmek adına bunları haklı çıkarırlar. Onlar açısından asıl sorun olanın ilişki kurmak olduğunu görmezler. Zira birey olmak onları korkutur. Yalnız kalmak onlara sorumluluk verir ve bunu istemezler. Zaten sorumluluk da almak istemezler. Bireysel eylemlerini gerçekleştirmek zorunda kaldıklarında bilgisiz oldukları ortaya çıkacağından, bireysel eylemlerinde dahi vaiz’e ihtiyaç duyarlar. Kaldı ki; insan kendisine kötülük yapamayacağı halde tuvalete hangi ayağıyla girmesi gerektiğinden giyeceği kıyafete kadar danışacak kendi dışında bir akıl arar. Seküler kesimde bu vaaz verme işini (sosyal) medya yaparken, dini kesimde din adamları bu görevi yerine getirir. Medya ne sunarsa onu tüketirler, hocalar ne derse sorgulamazlar. Kendi zevkleri kendi üretimleri yoktur. Birey değildirler. Yığınlar olarak var olurlar.
Peki ‘birey’ler ilişki kuramaz mı? Aslında sözleşmeye bağlı kalabilme ve sözleşmenin sorumluluğunun farkında olma açısından sağlıklı bir ilişki kurma yeteneğine tamamen sahiptir ‘birey’. Sanırım kurabilir de, ancak bu ülkede kişiliğimiz oturana kadar kabile gelenekleriyle yetiştirildiğimiz için yıkmamız gereken tabu sayısı oldukça fazla. Zor yani.