“Efsaneye göre; Parmeniskus nasıl ki Trophonius’ un mağarasında gülme yeteneğini kaybedip, Delos’ ta tanrıça Letos’ u tasvir ettiği söylenen çarpık çurpuk bir kütüğü görünce o yeteneğe tekrar kavuşmuşsa, işte bana da aynısı oldu. Çok gençken ben de Trophonius’ un mağarasında gülmeyi unutmuştum. Yaşım ilerleyip te, gözlerim açılıp hakikati fark edince, yeniden gülmeye başladım ve o gün bugündür hiç bırakmadım. Hayatın anlamının, ekmek parası kazanmakta, amacınınsa, yüce divan üyesi olmakta yattığını anlamıştım. Sonra, zengin bir mirasçı kızı elde etmenin aşkların en ateşlisi, zorda kalınca yardımlaşmanın dostluğun en yüce göstergesi olduğunu, bu yüzden de bir çoğunun bunu sağduyu saydığını; nutuk vermenin şevklendirici, 10 Rbd. ceza yemeyi hiçe saymanın yüreklilik; akşam yemeğinden sonra ‘afiyet olsun’ dilemenin samimiyet, yılda bir kez komünyona katılmanın Tanrı korkusu olduğunu da. İşte bütün bunları gördüm ve kahkahayı bastım”
demiş Soren Kierkegaard.
Gülümsetti beni.
Spinoza: “Aklımızın kurallarına uymayan olgular bize gülünç gelir” der. Bu yüzdendirki komedi; ne kadar çok tabu varsa o kadar büyük olur. Bu yüzdendirki geliştirilmiş entelektuel zihnin seyreltilmiş mizah anlayışı vardır. Çünkü entelektuel zihin liberaldir.
Kierkegaard gibi ben de gülüyorum. Zira aklımın alamadığı kadar dalga geçiyolar. Gülüyorum: ‘Hayvan sevgisi’ göstermelerine, ‘O öyle olmuyo işte’ demelerine, ‘bilmiyorum’ kelimesini hiç kullanmamalarına, ‘sen ne anlarsın’ derken bilgisizliğimi kötü bi şeymiş gibi göstermelerine, akıl yürütürken yüzeysel ve asimetrik olmalarına, bana kendi değer yargılarıyla değer biçmelerine. En çok da ikiyüzlü olmanın arkadaşlık olmasına. Gülüyorum çünkü benimle dalga geçiyolar.
Aksi takdirde bunca yetişkin, sosyal ilişkiler kurmuş, meslek sahibi insan ciddi olamaz. Dalga geçiyorlar benimle.